_BAL5156

BETON BEDENE NE KADAR YAKLAŞABİLİR?

 

Bu sorunun da aralarında olduğu birçok soruyla yola çıktı Doç. Dr. Gülname Turan… Vardığı noktada “süs” kavramını sorguladığı çarpıcı işleri ile İTÜ RSG’nin 2015 yılına “merhaba”sı olan “Süsün Ardı” sergisini açtı. Turan, nesnelerle beden arasındaki ilişki üzerine yoğunlaşan bir tasarımcı. Son sergisinde de bilindik bir algıya karşı duruş sergiliyor... “Mücevher deyince aslında yükte hafif pahada ağır kavramı genel olarak devreye giriyor. Benim buradaki işlerde beton kullanmam, aslında bu alışılmış kavramı tersine çevirmek…” diyen Turan, betona karşı önyargıları da kırmak istiyor. Betona olumsuz bakış açısı geliştirilmesinin, betonun değil insan eliyle yapılan uygulamaların sonucu olduğunu özellikle vurgularken, sembolik bir düşünsel pencere de açıyor: “Ben hiçbir şeyin siyah ya da beyazlarla açıklanmaması gerektiğini düşünüyorum. Gri her zaman olmalı ki beton da zaten gri…”

İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gülname Turan ile tarihi Taşkışla binasında bir araya geldik, atölyesine konuk olduk ve hem betonu hem de süs kavramını farklı bir açıdan dinledik...


_BAL5200

Mücevher tasarımı Türkiye’de ve dünyada nasıl bir alan? Ülkemizin mücevher tasarımındaki yeri nedir?

Mücevher tasarımı ilginç ve çok geniş bir alan… Nelere mücevher diyoruz? Bunun genel bir kabulü var aslında. Mücevher deyince daha çok değerli, bedenimizle ilişkilenen, belki süsü de ifade eden belirli boyutları aşmayan nesnelerden bahsediyoruz. Ancak 1960’lardan itibaren bunu çok ciddi bir biçimde kırdı tasarımcılar ve sanatçılar. Çağdaş sanat da bu alana elini attı. Bu şekilde baktığımız zaman bir ucunda çok ticarileşmiş firmalar, dünya devi olmuş değerli metallerle, değerli taşlarla çalışan firmalar var. Öteki ucunda ise neredeyse çer çöp diyebileceğimiz malzeme ne olursa olsun, aslında kendi mesajını iletmek adına yaptığı nesnelerle beden arasında ilişki kuran sanatçılar ve tasarımcılar var. Bu nedenle çok ilginç… Çizgisel de değil tabii, bu böyle döngüsel bir şey. Zaman zaman ikisi birbirine belki köprüler kuruyor. En önemlisi ise insanın insan olması ile ilgili bir alan bu. Ben bunu derslerimde de hep söylüyorum. Arkeolojik buluntulara baktığımızda insanın yanında insan yapımı nesne olarak karşımıza çıkan en eski şey boncuk, yani bir delikli taş.

Mücevher üretiminde kullanılan malzeme noktasında değişik bir konsepti sanatseverlerle buluşturuyorsunuz? Tasarımcı kimliğinizle günümüze kadar hangi tasarımlara yön verdiniz?

Evet, bu sergide beton ağırlıklı olan işler benim için çok değerli, çünkü beton bedene yakınlaşmasına çok alışmadığımız bir malzeme ama öte yandan da aşina olduğumuz bir malzeme… Herkes yüzük bilir, kolye bilir en alışılmış mücevher parçalarını da bilir ancak bu ikisinin birlikteliğine çok alışık değiliz. Bunu ilk yapan ben değilim. Bununla ilgili çalışmalar yapanlar var. Benim burada yapmaya çalıştığım şey bedenle olan ilişkisini sorgulamak. Daha önceki yaptığım işlere bakacak olursak, genelde masa üzeri seviyesinde kalan, elle ilişkili, parmaklarımın uçları ile ilişkili… Aslında hep kendi yapabileceğim ölçeklerdeki işlere yöneldiğimi fark ediyorum. Bedenle ilişkili şeyler... Zaten tasarımcı olarak da nesnelerle beden arasındaki ilişki üzerine çok düşünüyorum. Geçmiş tasarımlarımda da şöyle bir durum var. Daha çok metal, değerli ya da yarı değerli metaller, seramik ve porselen üzerinden gitmişim. Bu da aslında bir çelişki, çünkü bedenle ilişkilenen malzemelerde aslında tasarımcı olarak sıcak malzemeleri tercih ederiz. Ama benim yaptığım işlerde o nesneleri hissettirmek de amaçlardan biri olduğu için soğuk malzemeye yöneliyorum.


Betonu bu sanatsal hale getirme aşamalarını kafanızda nasıl canlandırdınız? Bu süreç nasıl gelişti?

Betonun beni en çok çeken yanları matlığı, dokusu ve rengi… Betonla ilgili çalışmalar yapmaya başladığımda kafamda bunun nereye gideceği ile ilgili hiçbir şey yoktu. Rektörlük Sanat Galerisinde hangi sergiler, ne zaman yapılabilir konuları değerlendirilirken, yaklaşık bir buçuk yıl önce bana da soruldu ve çok heyecanlandım… Betonla ilgili çalışmalarımın RSG’de yer alabileceğini düşündüm ve buna ağırlık verdim.

Malzeme tercihinizin yanı sıra tasarım sürecinde de özgün bir yöntemi tercih ediyorsunuz. Bu yenilikçi yaklaşıma şu ana kadar nasıl yorumlar aldınız?

Malzeme yeni ama benim açımdan yeni olan sadece bu değil. Bir kere bu parçalara karar verirken etrafımı çok gözlemledim. Kimler ağırlıklı olarak neler takıyorlar; mesela buradaki parçaların birçoğunu yakınımdaki insanların üzerinde olacak şekilde kurguladım. Belki serginin sonunda onu da gözlemlemeye çalışacağım. Kimin neyi daha çok beğendiğini sorup acaba gerçekten insanlarla nesneler arasında o istediğim ilişkiyi kurabilmiş miyim? Her iki taraf arasına köprüler atabilmiş miyim? Bunlara bakmaya çalışacağım. Onun dışında burada bir deneysellik var. Eskizler ve benzeri şeyler üzerinden gitmedim. Doğrudan çeşitli kalıplar seçtim, parçaları hazırladım ve onları birbirleriyle nasıl kompoze edeceğim üzerine düşündüm. 

_MG_9708

Beton mücevherler oluştururken çeşitli kalıplar kullanıyorsunuzdur. Bu kalıplar ile beton arasındaki etkileşim ve ayırma süreci nasıl oluyor? Mücevheri en etkili ve zararsız biçimde nasıl ayırıyorsunuz?

Sergide yer alan işlerin büyük bir çoğunluğunda, betonu sıvı haldeyken kalıplara dökerek çıkarttım. Çok az parçada kendi çizdiğim kalıbı yaptım. Kalıpların çoğu zaten elimde olan küçük küçük kaplardı ve bu kapların birçoğu kendi çocuklarımın şurup kaşıkları. İki tane çocuğum var, biri yedi yaşında diğeri iki yaşında ve istisnasız yedi yıllardır defalarca doktora gittik. Bu bütün anne ve babaların zaten yaşadığı bir şey… Bir yandan sorguluyorsunuz ama öte yandan eliniz mahkûm gidiyorsunuz. Size bir sürü şuruplar veriliyor ve ben bir süre sonra “kaç mililitre” diye bir reaksiyon geliştirdim yani artık doğrudan sorum olmuş “Kaç mililitre?” Mesela bu sergide bunun bir yansıması var. Çünkü bu yaşadıklarım hayatıma resmen bir çizik attı. Sergideki işlerden bir tanesi “iki buçuk mililitre” adında bir küpe, bir tanesi de “beş mililitre” adında bir bilezik serisi. Yani kalıpların benim için anlamları var...

Yükte hafif pahada ağır mücevher ya da hediye kavramı beton için tam tersi mi oluyor? Betonun ağırlığı insanı hangi derecede etkiler?

Mücevher deyince aslında yükte hafif pahada ağır kavramı genel olarak devreye giriyor. Benim buradaki işlerde beton kullanmam aslında bu alışılmış kavramı tersine çevirmek… Diğer yandan buradaki hiçbir işin maddi değeri yüksek değil ama ağırlar. Tabii betonun bedenle ilişkilendiğindeki ağırlığına dikkat etmemiz gerekiyor. İstiyorum ki buradaki birçok iş bir insan tarafından, bir beden tarafından sahiplenilsin ve kullanılsın. O yüzden temel ağırlıklarına dikkat ettim. Olabilecek en ağır hafif takılar bunlar.

Ülkemizde son dönemlerde artan yapılaşmaya paralel olarak betonla ilgili oluşmuş olumsuz algıya karşın betonun bambaşka bir kullanım alanının daha olabileceğini gösteriyorsunuz. Çalışmalarınızda bu karşıtlık ne ölçüde vurgulanıyor?

Betonun alışılagelmiş kullanımlarından dolayı bu malzemeye karşı insanlarımızın, hepimizin ön yargıları olduğunu düşünüyorum. Tabii ki hiç kimse yeşilin betona bulanmasını istemiyor. Burada bence malzemenin nasıl kullanıldığına dair dengelerin ve kavramların devreye girmesi gerekiyor. Ben hiçbir şeyin siyah ya da beyazlarla açıklanmaması gerektiğini düşünüyorum. Gri her zaman olmalı ki beton da zaten gri… Yani burada anlam ve renk açısından çok sembolik bir örtüşme de var. Ben insanların beton ile kendi aralarına mesafe koymalarını yadırgamıyorum. Evet, yapılan uygulamalar çok insani değil ama bu da malzemenin suçu değil. Şayet malzemenin doğasına uygun davranılmamışsa, malzeme aracılığıyla insanlara rahatsızlık veriliyorsa malzeme ne yapsın? Burada tasarımcıya iş düştüğünü düşünüyorum. Bedenle ilişkilendirirken de ben onu yani bu malzemenin negatif algısını kırma yönünde hareket etmeye çalıştım. 

Yaşanan büyük depremler düşünüldüğünde beton ve beden ilişkisine dair hafızalarda oldukça olumsuz izler var. Tasarımlarınızda bu olumsuz anıların çağrışımları var mı?

Coğrafi konumumuzda düşünülürse, coğrafyanın kader olduğu da düşünülürse aslında bizim toplumsal hafızamızda betonla bedenin birbirine değdiği noktalardaki anılarımız depremleri çağrıştırabilir. Mesela hepimizin aklına bir şekilde kazınmış bazı görüntüler var, imgeler var… Bunlardan biri 1999 Kocaeli depreminden -en azından benim için öyle- bir karedir; bir kadının kırık boynu etrafındaki betonun içerisindeki sıkışmışlığı… Orada aslında kendisine malzemenin de aracı olduğu bir şiddet uygulanmış. Bu şiddeti kimin uyguladığı ile ilgili hiçbir yorum yapmaya gerek yok. Ne olursa olsun nihayetinde şiddet. Evet, beton böyle bir olumsuzluk hissiyatı yaratıyor. Benim buradaki işlerimin bir kısmında da aslında bu olumsuz hissi iletebildiğimi düşünüyorum. Malzemeyi, insanların birbirlerine uyguladığı şiddeti temsil eder şekilde kullandığım işlerde var.

Hem bir İTÜ’lü hem de bir tasarımcı gözüyle İTÜ RSG’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Rektörlük Sanat Galerisini çok yerinde bir girişim olarak görüyorum. Özellikle başından beri takip ediyorum. Hem seçilen sergilerin hem de mekânın ve mekânla işler arasında kurulan ilişkinin nasıl geliştiğine, nasıl ilerlediğine tanık oluyorum. İTÜ’nün kendi çalışanlarına da bu mekânda yer veriyor olmasından dolayı da ayrıca teşekkür ediyorum.