HIKMET_BARUTCUGIL1

Bir düşün peşinden gitmek, imkânsıza “imkânsız değilsin” diye itiraz etmek gibi... “Suya yazı yazılmaz”a inat hem yazılır hem de asırlar aşar da silinmez demenin adı... Hem çok emek isteyen hem çok hızla üretilen bir sanat; bir giz ve yetenek deryası... Yüzyıllar öncesinde doğan, bugün tüm güzelliğiyle, tüm gücüyle yaşamaya devam eden bir sanat... Adı ebru. Ebrunun kıtalar aşan adı ise Hikmet Barutçugil. İsmini Avrupa da biliyor Amerika da... Ömrünü adadığı ebru sanatına kazandırdıkları, satırlara sığmayacak ama sanat tarihinde hep anılacak kadar kıymetli. 

Sanatımızın usta isminin 100 eserinin yer aldığı 100. kişisel sergisine ev sahipliği yapma gururunu, İTÜ RSG yaşadı. Üstelik teknik üniversitenin öncü kimliğini selamlarcasına, bilimle sanatı buluşturan yenilikçi eserleriyle... Doğadaki taşların doğal desenlerini ebru sanatıyla suya yazdı Barutçugil. Her resim, taşların aslı ile birlikte RSG’de sergilendi. Alışılmışın dışına çıkan bu sergiyi, ebruyu ve sanata adanmış bir hayatı konuştuk Barutçugil ile...




Ebru yüzyıllardır yaşayan bir sanat. Nasıl doğmuş, varlığını nasıl korumuş? 

Ebru sanatının kökeni ve tarihi hakkında kesin bir bilgimiz yok ama ebru tarihçileri ebrunun kökenini Orta Asya’ya götürüyor. Türkiye, Özbekistan ve Semerkant, bu sanatın ilk başladığı yer olarak biliniyor. Ebrunun bilinen ilk adı Çağatayca bir kelime olan Ebre. Hare gibi renkli, damarlı anlamına geliyor. Bu teknik zaman içinde İpek Yolu ile İran’a geliyor. Orada bulutumsu, bulut gibi anlamına gelen ebri diyorlar. Bir başka kullanım ise su yüzeyi anlamına gelen ve Farsça bir kelime olan abru. Hepsinde özetle ebru, su yüzü resmi olarak tanımlanabilir. 

 

Sadece bu topraklar ile sınırlı kalmayan bir sanat...

Ebru geçmişte de bugün de batının ilgisini çeken bir sanat. 1608’de yabancı bir seyyah yazdığı kitapta şunları kaleme almış: “Türklerin bizim bilmediğimiz ilginç bir sanatları var. Boyayla yağı karıştırıyorlar. Boyayı su yüzünde gezdiriyorlar, sonra hile ile kâğıda alıyorlar.” Yazarın burada yağ dediği muhtemelen öd. Çünkü öd görüntü ve renk olarak yağa çok benzer. Bugün batıda ebru ustalarının ciddi çalışmaları, araştırmaları var. Yeni malzemeler, desenler, formlar denemişler ve farklı tarzlar üretmişler. 1992 yılında Amerika’da uluslararası bir ebru kongresi düzenlendi. Kongreye 302 kişi katıldı. Bunların 250’si Amerikalıydı diğerleri Avrupa ülkelerindendi ve davet edilen tek Türk bendim. Açılış konuşmasını benim yapmam istendi. Çünkü ebru sanatıyla uğraşanlar bu işin kökeninin Türk kâğıdı olduğunu çok iyi biliyorlar. Türkiye’deki ebrunun gelişmesiyle ebru kelimesi uluslararası literatüre yerleşti. Bu sanat iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle dünyada oldukça yaygınlaştı. Benim ebru sanatı ile ilgili yazdığım kitabım İngilizce, Almanca ve Boşnakçaya tercüme edildi. Şu anda Rusçası tercüme ediliyor.

 

Ebru sadece kağıt yüzeye mi uygulanabilir? Teknik itibariyle sanatın sınırları ne kadar esnek?

Kâğıt süsleme sanatı incelendiğinde boyalı kâğıt dışında bir şey göremeyiz. Ama ebru öyle değildir. Ebru tekniğinin adı su yüzü tekniğidir ve sadece kâğıda yapılır diyemeyiz. Doğru malzeme ve boyama tekniği kullanıldığı takdirde ebrulanamayacak yüzey yoktur. Ayrıca ebru o kadar gizemli bir güzellik ki başka sanatlarla çok güzel birleşir. Mesela bilgisayar ortamında yeni ve farklı desenler geliştirilip, uygulanabilir. Böyle bir sonsuzluk var ebru sanatında. Tabii zaman içinde bu sonsuzluk çok takipçi buldu. Ciddi bir gelişme yaşıyor. Belki ilerleyen yıllarda bugünler ebrunun Rönesans’ı olarak anılacak...


Ebru kullanılan malzemeler itibariyle de özel bir sanat. Öd, kök boya, at kılından fırça gibi olmazsa olmazları var diye biliyoruz. Ebrunun nasıl yapıldığını ustasından dinleyebilir miyiz?

Öncelikle ebru göründüğü kadar kolay bir iş değildir. En başta çok ciddi bir sabır istiyor. Bunun yanı sıra, günümüzde yapılan uygulamaların aksine biz kadim yöntemi yaşatmaya çalışıyoruz. Boya bu işin en önemli detaylarından biridir. Biz toprak boya kullanıyoruz ve boyaları kendimiz hazırlıyoruz. Metal oksitler toz halinde alınıp taşlarda saatlerce eziliyor. Daha sonra içine su ve öd eklenerek yüzdürülecek kıvama getiriliyor. Doğal malzemeler kullanıldığı ve el pratiği önemli olduğu için belli ölçüler verilemiyor maalesef. Hazırlık sürecinde deneme-yanılma yöntemi uygulanıyor denebilir. İlk başta meşakkatli görünüyor olabilir fakat aşkla yapınca zorluğunu görmüyorsunuz. Yaptığınız işin sonunda ortaya çıkan tarif edilemez güzellikler zaten tüm zorluğu unutturuyor.

HIKMET_BARUTCUGIL3

Sizin ebru ile tanışmanız nasıl oldu?  

1973 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Bölümünde tekstil eğitimime başladım. Aslında bu bölüm hiç aklımda yoktu fakat bu bölüm sayesinde -belki de takdir- i ilahi demek lazım- ilk yıl Emin Barın hocamızın talebesi oldum. Kendisi bize Latin alfabesi yazısı dersleri veriyordu ve Arap alfabesi ustasıydı. Zaman zaman sohbetlerimizde öz sanatlarımıza olan ilgisizlikten, kültür miraslarımıza gençlerin duyarsızlığından tatlı tatlı yakınırdı. Eski hattatlardan öyküler anlatır, bizi cezbetmeye gayret ederdi. Esasen yazının bir sanat olduğunu hocam sayesinde farkettim. Emin Barın hocamıza bunu öğrenmenin yollarını sordum ve kendisi beni Süleymaniye Kütüphanesine gönderdi. Oradaki yazılara bakarken zemin pervazlarındaki ebruyu gördüm. Tekniğini çözemedim. Çünkü tek bir fırça izi olmadığını gördüm. Emin Hoca bunun ebru olduğunu söyledi ve benim hikâyem orada başladı. O yıllarda hiçbir kaynak kitap yoktu. 1970 yılında bir kitap yayımlandı. Bildiğim tek şey suyun üstünde yüzen boyaydı. Kendi kendime çalışmaya başladım. Renk, estetik bilgisi vs gibi konularda akademide olmanın avantajlarını kullandım. O dönemde elime geçen her boyayı su üstünde yüzdürmeye çalıştım. Farklı birçok çalışma yaptım. 2 sene kadar bu şekilde çalıştım. Çalışmalarımdaki ana tema doğa ve ilk günden beri ben hala tabiattaki güzelliği arıyorum.  Teknik Üniversitedeki sergimizin teması da budur. Ebru teknesinin yüzeyinde çıkan görüntülerin tabiattaki benzerliklerini bir araya getiren yöntemle yapılmış eserler var. 

 

Sizin ebruyu icra etmenin yanı sıra öğretmek ve yaymak gibi de bir misyonunuz var. 

Bu sanatı kendi kendime öğrenirken yaptığım her hareketi kaleme almaya çalıştım. Ebruyu öğreten ilk kitabımı tamamlamam 17 yıl sürdü. Daha sonra onun tercümeleri oldu, farklı baskıları oldu. Ben şuna inanıyorum ki; ilim, kültür, sanat paylaştıkça bereketleniyor. En güzel öğrenme yolu bence öğretmek. İnsan öğretirken çok şey öğreniyor. Ben ebru yaparken çok büyük bir haz duyuyorum. O hazzı kendime saklamak da biraz bencillik olacağı için ebruyu her yerde göstermeye, uygulamaya çalışıyorum. Öğretmeye demek pek doğru olmuyor, çünkü benim amacım bir sanatı öğretmek değil o sanatı sevdirmek. Eğer, öğrenci onu severse nasıl olsa öğreniyor. Yoksa “ben seni sınıfta bırakırım, kızarım” demek prensip olarak benimsediğim bir tarz değil. Daha çok sevdirmeye çalıştım. Çok şükür, çok seven de çıktı. Bugünlere geleceğini o yıllarda hayal bile edemezdim. Şimdi Türkiye’de ebru ile uğraşanların sayısının 10 bini bulduğunu söylüyorlar. Ebru yapanların büyük bir kısmı ebrunun terapik özelliklerinden yararlanıyor. Yani ebru yaparken, insan kendi iç ve dış dünyasındaki sıkıntılardan kurtuluyor. Ebru, çok hızlı gelişen bir şey. Kavanozdaki boyalar birkaç dakika içinde bitmiş bir eser oluyor. Bu hız başka hiçbir sanatta yok. İşte o hız insanı büyülüyor. Kişiler için arınma, dinlenme oluyor. Bunun da takipçileri çok. Aslında bence herkes şu ya da bu şekilde sanatla uğraşmak zorunda. Sanatın çok ciddi terapik özellikleri var. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde yaşayan herkesin bir rahatlamaya, sükunete ihtiyacı var. Bunun için de sanat çok iyi bir araç.

HIKMET_BARUTCUGIL4

Sizin keşfettiğiniz ve adınızla anılan bir teknik var; Barut Ebrusu. Biraz anlatır mısınız, nasıl ortaya çıktı?

Klasik ebruyu ararken, tesadüfler sonucu keşfettim; zaman içinde bir yerlere oturdu. 1988 yılında Londra’daki sanat okulu Royal College of Art’ta bir sergi açmak için davet edildim.  O sergiye gelen ve küratör olan Roseissa adlı bir hanım, sergiyi gezdiğinde böyle bir şeyin daha evvel hiç yapılmadığını, mutlaka yeni bir ad ile anılması gerektiğini önerdi. Sonrasında bir dergiye sergiyle ilgili küçük bir yazı yazdı. Orada “Barut Ebruları” diye bir tabir kullandı ve adı o şekilde kaldı. Barut Ebruları, tabiattan kesintiler... Önceleri tabii ki yadırgandı çünkü her yenilik ilk başta tepkiyle karşılanır. Fakat bugünlerde görüyorum, o kadar çok takipçisi çıktı ki... Barut ebruları resimle, minyatürle birleşince, çok güzel görüntüler ortaya çıktı. Onun da takipçileri var. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın her yerine böyle şeyler yapmaya çalışanlar var. Barut ebrusunun belirgin özellikleri klasik ebruda atılan renk sayısı kadar renk alınıyor. Bazen çok küçük karışımlar da olsa desen özellikleri var. Battal, gelgit, taraklı gibi... Ama barut ebruda bir mermer tabakasının tabiattaki toprak katmanlarının, Venüs’ten gelen bir fotoğrafın ya da mikroskobik bir dokunun görüntüleri çıkıyor. Renkler de biraz kontrolsüz olarak birbirine karışıyor ve ara tonlar çıkıyor. Dolayısıyla, sonsuz bir renk harmonisi ortaya çıkıyor. Boyut olarak da farklı boyutlar da yapmak mümkün oluyor. Geleneksel ebrudan başlıca farkları bunlar...

 

100. kişisel serginizi 100 eserle açacaksınız. Sanatseverleri nasıl bir seçki bekliyor? 

Evet 100. kişisel sergiyi açacağız. Daha evvel yaptığım ebrulardan farklı ebrular yapmaya başladım. Bu yaptığım ebrular doğadaki mermerlerin görüntülerine çok benziyor. Bu serginin Teknik Üniversite’de olması çok önemli. Bu vesile ile İTÜ Jeoloji Bölümünü ziyaret ettim. Oradaki benzer taşları görünce daha da heyecanlandım. Bu sergide onları üç dört ayrı konu başlığı altında; kaya resimleri, yazı, çiçekli ebru, pervazlar gibi değişik başlıklar altında sergileyeceğiz.

 

İTÜ onunla özdeşleşen adıyla bir teknik üniversite... Ama konservatuvarıyla, Güzel Sanatlar Bölümüyle, kulüpleriyle sanatla iç içe olma niteliğini de hep koruyan bir kurum. RSG de bu anlayışın ürünü olarak ortaya çıkan bir Rektörlük projesi. Sizin gibi kıymetli bir sanatçının teknik üniversitede sanat galerisini nasıl değerlendirdiğini merak ediyoruz... 

Bu çok sevindirici bir gelişme. Teknik Üniversite gibi bir yerde estetik anlayışı daha gelişmiş ve hayal gücünü daha çok kullanan öğrenciler yetişmesine katkı sağlama fikri de bu farkındalığa erişmiş öğrencilerle bir araya gelecek olmak da beni oldukça heyecanlandırıyor. Yani, her zaman iki kere iki, dört etmiyor. Siyah ve beyaz var başka bir şey yok değil, arada griler var. Bu bakımdan son derece takdirle karşıladım böyle bir girişimi. Sanat her yerde olmalı, sanat bir toplumun atardamarıdır. Kültür sanatsız hayat düşünülemez. O, ilkel bir yaşam olur. Onun için çok takdirle karşıladığım bir girişimdir. Benim de bir katkım olursa ne mutlu...

HIKMET_BARUTCUGIL2